kişinin kendisini mutsuz, yetersiz hissettiği her ilişki için kullanılan ve hepimizin hikâyesini yakından bildiği ama adını bir türlü koyamadığı bir ilişkidir bu. içinde bitmeyen güç savaşları, dinmeyen ağlama krizleri, duvarda kırılan porselen tabakları ve beraberinde tutkuyu da barındıran mantıksız bir aşk hikâyesi. an gelip en şiddetli sevgi yerini birden nefrete, ağız dolusu gülmeler yerini ağlamaya bırakır. görünürde raydan çıkan bu ilişkiyi tekrar yola sokmak için belirlenen bir kılavuz ya da bedeni ele geçirmeden zehrini bozacak bir panzehir yoktur. en azından birçoğumuz böyle düşünür. hâlbuki zıttı ile kaim olan her şey gibi aranan ilaç yanı başımızda, tarifi mümkün kılan kavram avucumuzdadır.
nasıl mı? anlatayım.
henüz 16. yy' da yaşayan ve bugün ki modern toksikolojinin de temellerini atan
paracelsus, zehri tanımlarken şu sözleri kullanır.
''
her madde zehirlidir, zehirle ilacı birbirinden ayıran dozdur. '' bu demek oluyor ki; masum gibi görünen her duygu bize zarar verecek, incitecek potansiyeldedir ve onu yaşanır, katlanır kılan tek şey aslında ölçüsüdür. en olası sevme işindeki başarısızlığımız da işte bu yüzdendir. hiç şaşmadan çok sevdiğimiz tarafından kırılmamız ya da en sevdiğimizi farkında olmadan incitmemiz de. dozunu ayarlayamadığımız, ölçüsünü kaçırdığımız her şeyin kendinden olmayana dönüşmesi değişmez bir kuraldır. öyle ki; içimizde yaşadığımız kabını taşıran sevgi bile an gelip aşırılıkla, önü alınamayan duygular gibi beraberinde kontrol isteğini, aşırı odaklanmayı ve kaygıyı barındırarak kanserli bir hücre gibi bizi saldırganlığa, zarar vermeye iterek nefret gibi farklı bir forma dönüşür. çünkü en zehirlisi uygun dozda ilaç, en masumu ise zehir olabilecek haldedir. nasıl ki su, çiçeği hem yeşertip hem kurutabilirse, ilişkilerimizdeki ölçülerimiz de bizi öldürür ya da yaşatır hale gelir. aradaki çizgiyi sağlayan ise sadece dengedir.
ölçüsü olmadan teraziye oturtmaya çalıştığımız tüm duygular, terazinin dengelenemeyen kolları gibi bizi hayatın ya ilerisine ya da gerisine atacak, yaşam boyu bizi mutsuz kılacaktır. o halde çıkar yol; bizi biz yapan tüm duyguların azından ve çoğundan kaçınmak, dengede duran terazinin kolları gibi olması gerektiği yerde ve ölçüde saf almaktır. zaten yaşamı, ilişkileri katlanır kılan da bu değil midir?
her şey gerektiğince, ölçüsünce makbuldür.